İnsülin direnci majör depresif bozukluk riskini iki katına çıkarıyor.

 

 

Stanfordlu bilim adamlarına göre, 3 Amerikalı yetişkinden 1'inde insülin direnci, ciddi depresyon riskini ikiye katlayan sessiz bir saatli bomba gibi duruyor. 

 

Yeni bir çalışma raporuna göre, insülin direnci majör depresif düzen için güçlü bir risk faktörüdür. 

 

Stanford Medicine bilim adamları, yakın tarihli bir çalışmada insülin direncini majör depresif bozukluk geliştirme riskinin artmasıyla ilişkilendirdi. 

 

"İnsüline dirençliyseniz, majör depresif bozukluk geliştirme riskiniz, daha önce hiç depresyon yaşamamış olsanız bile, insüline dirençli olmayan birinin iki katıdır," diyor psikiyatri profesörü Natalie Rasgon.  

 

Her 5 Amerikalıdan 1'i hayatlarının bir döneminde majör depresif bozukluk yaşıyor.  Semptomlar arasında aralıksız üzüntü, umutsuzluk, uyuşukluk, uyku bozuklukları ve iştahsızlık var.  Bu derinden zayıflatıcı hastalığa katkıda bulunan bazı faktörler - örneğin çocukluk çağı travmaları, sevilen birinin kaybı veya COVID-19 pandemisinin stresleri - önleyemeyeceğimiz şeylerdir.  Ancak insülin direnci önlenebilir bir durumdur. Bu durum, diyet, egzersiz ve gerekirse ilaçlarla azaltılabilir ve ortadan kaldırılabilir. 

 

Araştırmacıların bulguları, 22 Eylül'de American Journal of Psychiatry'de çevrimiçi olarak yayınlanan bir çalışmada açıklanmıştır.  Rasgon, çalışmanın kıdemli yazarlığını Amsterdam Üniversitesi Tıp Merkezi'nde psikiyatrik epidemiyoloji profesörü olan Brenda Penninx, MD, PhD ile paylaşıyor.  Çalışmanın baş yazarı, Rasgon'un grubunda doktora sonrası araştırmacı olan Kathleen Watson'dır. 

 

Yaygın ama sessiz bir durum 

 

Araştırmalar, her 3 kişiden 1'inin insülin direnciyle dolaştığını doğruladı - çoğu zaman bilmeden.  Bu durum, Tip 1 diyabette olduğu gibi pankreasın kan dolaşımına insülin salgılama yeteneğindeki bir eksiklikten değil, vücuttaki hücrelerin bu hormonun emrine kulak verme yeteneğinin azalmasından kaynaklanır. 

 

İnsülinin görevi, hücrelerimize diyetle aldığımız, glikozu işleme zamanının geldiğini söylemektir.  Vücuttaki her hücre yakıt olarak glikoz kullanır ve bu hücrelerin her birinin yüzeyinde, insüline bağlandıklarında hücreye değerli enerji kaynağını alması için sinyal veren reseptörler bulunur.  Ancak dünya nüfusunun artan bir kısmı insüline dirençlidir: Çeşitli nedenlerle - aşırı kalori alımı, egzersiz eksikliği, stres ve yeterince uyumama dahil - insülin reseptörleri insüline düzgün şekilde bağlanamaz.  Sonunda, kan şekeri seviyeleri kronik olarak yükselir.  Bu seviyeler belirli bir eşiğin üzerinde kaldığında, sonuç; kardiyovasküler ve serebrovasküler bozukluklara, nöropatiye, böbrek hastalığına, uzuv amputasyonlarına ve diğer zararlı sağlık sonuçlarına yol açabilen Tip 2 diyabettir. 

 

İnsülin direnci ve çeşitli zihinsel bozukluklar arasındaki ilişkiler zaten kurulmuştur.  Örneğin, Rasgon, duygu durum bozukluklarından muzdarip hastaların yaklaşık %40'ının insüline dirençli olduğunun gösterildiğini söylüyor. 

 

Ancak bu değerlendirmeler, zaman içinde tek bir noktada popülasyonların anlık görüntüleri olan kesitsel çalışmalara dayanmaktadır.  Bir olayın diğerinin nedeni mi yoksa sonucu mu olduğu veya her ikisinin de başka bir nedensel faktörün sonucu olup olmadığı sorusu, insanları tipik olarak yıllar hatta on yıllar boyunca izleyen ve hangi olayın önce geldiğini belirleyen boylamsal araştırmalarla çözülür.  .

 

 

2015 yılında kurulan Rasgon araştırma ağı içinde çok kurumlu bir işbirliğinin parçası olarak, bilim adamları, depresyonun nedenleri ve sonuçları hakkında bilgi edinmek için 3.000'den fazla katılımcıyı titizlikle izleyen bir çalışmadan veri elde ettiler: 

 

Watson, "Dokuz yıl boyunca geniş bir denek popülasyonunun titizlikle izlenmesi bizim için büyük bir fırsat sundu" diyor. 

 

İnsülin direncinin belirlenmesi 

 

Stanford ekibi, Hollanda araştırması için kontrol denekleri olarak görev yapan 601 erkek ve kadından alınan verileri analiz etti.  Denekler kaydoldukları sırada, hiçbir zaman depresyon ya da kaygı sıkıntısı çekmemişlerdi.  Ortalama yaşları 41 idi. 

 

Ekip, insülin direncinin üç temsilcisini ölçtü: açlık kan şekeri seviyeleri, bel çevresi ve dolaşımdaki trigliserit düzeylerinin dolaşımdaki yüksek yoğunluklu lipoprotein veya “iyi” kolesterol olarak bilinen HDL'ye oranı. 

 

İnsüline dirençli olduğu tespit edilen deneklerin dokuz yıllık majör depresif bozukluk geliştirme riskinin yüksek olup olmadığını görmek için verileri araştırdılar.  Üç ölçümün tümüne göre yanıt; evet idi: Trigliserid-HDL oranıyla ölçülen insülin direncinde orta düzeyde bir artışın, yeni majör depresif bozukluk vakalarının oranındaki %89'luk bir artışla bağlantılı olduğunu keşfettiler.  Benzer şekilde, karın yağındaki her 5 santimetrelik bir artış, %11 daha yüksek depresyon oranıyla ilişkiliydi ve açlık plazma glukozunda desilitre kan başına 18 miligramlık bir artış, %37 daha yüksek depresyon oranıyla ilişkiliydi. 

 

Watson, "Bazı denekler, çalışmanın başlangıcında zaten insüline dirençliydi - ilk kez ne zaman insüline dirençli hale geldiklerini bilmenin bir yolu yoktu" diyor.  "Bağlantının ne kadar çabuk devreye gireceğini daha dikkatli bir şekilde belirlemek istedik." diye de ekliyor. 

 

Bu nedenle, araştırmacılar analizlerinin bir sonraki aşamasını, hiçbir zaman majör depresyon yaşamamış olmalarına ek olarak, çalışmanın başlangıcında hiçbir insülin direnci belirtisi göstermeyen yaklaşık 400 denekle sınırladılar.  Çalışmanın ilk iki yılında, bu katılımcıların yaklaşık 100'ü insüline dirençli hale geldi.  Araştırmacılar, bu grubun önümüzdeki yedi yıl içinde majör depresif bozukluk geliştirme olasılığını, iki yıllık noktada henüz insüline dirençli olmayan katılımcılarınkiyle karşılaştırdı. 

 

Katılımcıların sayısı, bel çevresi ve trigliserit/HDL oranı için istatistiksel bir anlam ifade etmek zor olsa da, açlık glukozu sonuçları sadece istatistiksel olarak anlamlı değildi - yani tesadüfen ortaya çıkması pek olası değil - ama klinik olarak anlamlıydı - yani,  endişelenmek için yeterince önemli bir durum. Çalışmanın ilk iki yılında prediyabet geliştirenlerde, iki yılda normal açlık-glikoz testi sonuçlarına sahip olanlara kıyasla, majör depresyon riski 2.66 kat yüksekti. 

 

Sonuç olarak: İnsülin direnci, sadece Tip 2 diyabet değil, depresyon da dahil olmak üzere ciddi problemler için güçlü bir risk faktörüdür. 

 

Rasgon, "Sağlayıcıların, obezite ve hipertansiyon gibi metabolik hastalıkları olan hastalarda ruh halini değerlendirerek duygudurum bozukluklarından muzdarip olanların metabolik durumunu değerlendirmenin zamanı geldi" diyor. "Depresyonu önlemek için doktorlar hastalarının insülin duyarlılığını kontrol etmelidir.  Bu testler dünyanın her yerindeki laboratuvarlarda kolayca yapılabilir.  Araştırmacı yazar, bu şekilde yaşam boyu güçten düşüren hastalıkların gelişimini azaltmak mümkün olacaktır, diye de ilave ediyor.

......

Dengesiz beslenme, sağlıksız yaşam tarzı gibi sebeplerle kilo alma, insülin direncinin en önemli sebebidir. Direnç ile birlikte ortaya çıkan kısır döngü durumu daha da kötüleştirmektedir. Bu çalışmada olduğu gibi, son dönemlerde yapılan çalışmalar bu durumun depresyon için de önemli bir risk faktörü olduğunu göstermektedir. Buradan çıkaracağımız sonuç, özellikle kilo ve insülin direnci sorunu olan depresyon hastaları için hemen kimyasal depresyon ilaçlarına başlamak yerine, hastanın bu durumunu çözebilecek sağlıklı yaşam önerilerinin yapılması ve hastanın bu konuda motive edilmesi olmalıdır. Aksi taktirde, sadece ilaçlar ile bu sorunu kalıcı şekilde çözmek mümkün değildir.