Günümüzde insanlar sağlıklı yaşamın yolunun sağlıklı beslenmeden geçtiği konusunda hemfikirdir. Bu bakımdan sentetik ilaçlar yanı sıra doğal besin kaynaklarından hazırlanmış birçok doğal ürünü de hem hastalıklara karşı daha dirençli olmak ve hem de hasta iseler tıbbi tedavilerini güçlendirmek maksadı ile kullanmaktadırlar. Bu tür doğal ürünlerin birçoğunda tedaviyi destekleyici, bünyeyi kuvvetlendirici özellikler mevcuttur. Ancak özellikle hazırlanmasındaki dikkatsizlik ve kullanıcının hangi ürünü, nasıl kullanması gerektiği hakkındaki bilgisizliği dolayısı ile bazı durumlarda doğal ürün kullanmak faydadan çok zarar verebilmektedir. Batılı ülkelerde bu tür ürünlerin imalatı ve halk tarafından tüketimi kurallarla belirlendiğinden bu toplumlar doğal kaynaklardan daha sağlıklı bir şekilde yararlanma imkanına sahip olmuşlardır.
HASTALIKTA DOĞRU BESLENME
Bu bölümde bazı hastalıkların oluşmasının engellenmesinde ve hastalık ortaya çıkmışsa tıbbi tedavisinin desteklenmesinde beslenme tarzının nasıl olması gerektiği hakkında akademik bilgi verilmektedir.
Hemoroid (Basur); hareketsiz yaşam ve sağlıksız beslenme sebebiyle toplumumuzda gittikçe yaygınlaşan bir rahatsızlıktır. Hemoridde öncelikle kabızlığın önlenmesi önemlidir. Ayrıca, tuvalet temizliğine dikkat etmek, günde en az bir kez ve düzenli olarak büyük tuvalet ihtiyacını gidermek lazımdır. Ayrıca hemoroidin önlenmesi için, uygun diyet, posalı gıdalar, bol meyve-sebze tüketilmesi tavsiye edilmektedir. Tedavide çok sayıda seçenek vardır; flavonoid yapılı ilaçlar, fitiller, kremler, bitkiler bunlar arasında sayılabilir. Ancak bazı durumlarda bunların hiçbirisi hastalığın kesin tedavisini sağlayamaz. Bunlara ilaveten, hastanın günlük yaşantısını da değiştirmesi gerekir. Diyetin genel olarak meyve ve sebzelerden zengin olması esastır. Lif, tahıl, kepek açısından zengin gıdalar bağırsaklarımızın daha düzenli çalışmasını sağlayacaktır. Bazı baharat türleri, alkol, aşırı yağlı beslenmeden kaçınmak ve günde en az 1.5-2 litre su içmek gereklidir. Sıcak oturma banyosu iyileşmeyi hızlandırmak, ağrıyı azaltmak ve mekanik temizlik sağlamak amacıyla yapılır. Yapısında zengin flavonoid kaynağı bulunduran ürünler hem hastalığın oluşmasını engellemek ve hem de tıbbi tedaviye yardımcı olmak maksadı ile kullanılabilmektedir. Ailesel olarak hemoroid hastalığına meyli olanlar veya önceden tıbbi veya cerrahi müdahale geçirmiş olanlar bu ürünlerden istifade edebilecekleri gibi, hali hazırda rahatsızlığı olanlar da bu ürünleri rahatlıkla kullanabilirler.
Civanperçemi ve diğer bitkisel bileşenlerde bulunan bitki türlerinin flavonid muhtevaları zengindir. Bilhassa civanperçemi, pelin ve mersin yaprağında bulunan izoflavonoidler, flavonoidler (hesperidin), flavonlar ve antosiyaninler, antioksidan ve antienflamatuar özellikleri dolayısı ile güçlü bir mikrosirkülatör ve yara iyileştiricidirler. Kuşburnundaki C vitamini, ürünün bu etkilerini güçlendirir, söğüt yaprağındaki salisilik asit bileşikleri de ağrıyı dindirirler. % 90 diosmin (Glikozit), % 10 flavonoid (hesperidin) içeren DAFLON hemoroid tedavisinde yaygın olarak kulanılan bir ilaçtır. Yapısında diosmin ve hesperidin bulunan antioksidan özellikli bitkiler damar yapısını koruyucu ve düzeltici fonksiyonlara sahiptir. Bu özelliği dolayısı ile kronik venöz yetmezlik, hemoroid, lenfatik ödem ve varis tedavisinde etkili olmaktadırlar. Bu bileşikler aynı zamanda antienflammatuar ve antioksidan özelliklere de sahip oldukları için, varis ve hemoroidin akut ve kronik semptomlarını giderebilmekte ve hastalıktan kaynaklanan ağrıyı dindirebilmektedirler.
Gastrit; mide veya barsak cidarında veya kaslarında oluşan yaralara verilen isimdir. Gastrit daha hafif, ülser daha ağır düzeydeki yara durumları için kullanılmaktadır. Midenin iç cidarındaki zar mideden salgılanan asit ve enzimlere karşı mideyi koruyamadığı zaman bu tür yaralar oluşur. Böylesi bir durumda mideden salgılanan sindirim enzimleri midenin kendi dokusunu harap ederek ödem, iltihap ve yara oluşturur. Yaranın çevresindeki doku genellikle ödemli ve iltihaplıdır. Bu gibi yaralar daha ziyade midede (gastrik ülser) ve midenin ince barsağa çıkış kısmında (duedonal ülser) görülmektedir. Toplumun yaklaşık % 10-15’i hayatlarının bir döneminde bu hastalıktan dolayı sıkıntı çekmektedir. Çoğunlukla yemekten yaklaşık 45 dakika sonra ve geceleri midede yanma ve ağrı şeklinde ortaya çıkar ve bir şeyler yeme, antasit kullanma veya kusma vs. sonrası hafifler. Ağrı çok hafif veya çok şiddetli tarzda ortaya çıkabilir. Rahatsızlık, sırt ağrısı, baş ağrısı, yanma, mide bulantısı ve kusma şeklinde de semptomlar verebilir.
Sindirim Sistemi Rahatsızlıklarında Bitkisel Destek
Kekik, meyan kökü gibi bazı bitkilerdeki bileşenler kronik gastrit, ülser ve ülseratif koliti olan hastaların tıbbi tedavilerine önemli destek sağlayabilmektedir. Diğer bitkisel bileşenlerdeki yara iyileştirici bileşenler kronik gastrit, ülser ve ülseratif kolitin tedavisine destek sağlar. Bunlardan biri olan kekiğin önemli bir bileşeni, timol güçlü bir antiseptiktir. Mantar ve bakteriyel enfeksiyonlara karşı çok etkili olup midedeki mikrobiyal enfeksiyonların ve iltihabi reaksiyonların giderilmesinde etkili olabilmektedir. Meyan kökü, güçlü bir antienflammatuar ve yara iyileştiricisidir. Meyan kökünde bulunan flavonoidler H. Pylori enfeksiyonları için güçlü bir anti mikrobiyal etkiye de sahiptirler. Bu özelliği dolayısı ile gastrit ve ülser gibi mikrobik ve iltihabi hastalıkların tedavisinde meyan kökü ciddi katkı sağlamaktadır. Kuşburnu, sarı kantoron ve civanperçeminin iltihap temizleme ve yara iyileştirme gücü vardır. Kekik ve meyan kökü gibi bitkilerin yapısında bulunan yara iyileştirici, proton pompası inhibitörü ve asit nötralleştirici bileşenler gastrit, ülser ve ülseratif kolit gibi hastalıkların tıbbi tedavilerine besinsel olarak destek olabilmektedir.
Sinameki bitkisinin yaprak ve meyveleri antrasen türevleri taşımaktadır. Bundan dolayı da sinameki kalın bağırsakta müshil olarak etkili olabilmektedir. Rezene, yapısındaki esansiyel yağlar, anetol, estragol gibi bileşikler dolayısı ile spazm çözücü, diüretik ve laksatif aktivitelere sahiptir. Sinirli ot tohumu, fiberce zengindir. Bağırsakta su çekerek önemli ölçüde şişer ve barsak hareketliliğini arttırır. Bu bakımdan bazı diyet bileşenlerinin sindirimi ve emilimini ciddi ölçüde geciktirir. Barsak muhtevasının yumuşaması ve motilite artışı sebebiyle kabızlığı giderir. Yulaf unu da fiberce zengin bir gıdadır. Bundan dolayı barsakta şişer ve barsak hareketliliğini arttırır. Bitkisel bileşenler yapılarındaki barsak motilitesini aktive edici bileşenler dolayısı ile kronik kabızlığa karşı düzenleyici olarak kullanılır.
Bu ana başlık altında 3 temel rahatsızlık yaygındır.
KALP VE DAMAR HASTALIKLARI
Yüksek antioksidan muhtevalı bazı besinler, damar cidarındaki oksitlenmiş disülfit yapılarını indirgeyerek yağlı tabaka oluşumunun geriletilmesine yardımcı olurlar. Sarımsak bu konuda etkisi ortaya konmuş en belirgin gıdadır. Sarımsak ekstresindeki bazı bileşenlerin etkisi ile damar cidarındaki oksitlenmiş lipid bileşenleri (modifiye LDL gibi) indirgenerek plakların çözülmesi sağlanır. Ayrıca, damar endotelindeki eNOS enziminin indüklenmesi ile tansiyon düşürücü etki de ortaya çıkar. Bazı bitkisel bileşenler bir taraftan barsaktan kolesterol emilimini engelleyerek, diğer taraftan da kolesterol metabolizmasını hızlandırarak kan kolesterolünün düşürülmesine yardımcı olurlar. Yüksek antioksidan içeriğin, vücudun oksidan ajanlara karşı savunma gücünü arttırarak kan yağlarının, özellikle LDL-kolesterolün ve diğer birçok hücresel yapının oksidasyonunu engelleyebileceği ve bu şekilde aterosklerozun (damar sertliği) ilerlemesinin durdurulmasına yardımcı olabileceği bilinmektedir. Bazı diğer aktif tabiatlı bileşenler doğrudan kalp kasının kasılma gücünün artmasına, bundan dolayı da kalbin performansının yükselerek periferik vasküler direncin kırılmasına yardımcı olurlar.
Diğer bir bitkisel bileşen olan ginkgo dolaşımı aktive ederek, alıç çiçeği kalp kasının gücünü arttırarak kan dolaşımını normalleştirir. Kitre, kolesterol düzeyini düşürerek, hayıt tohumu damar yapısında düzelme ve vazodilatasyona (genişlemeye) yol açarak bu gibi ürünlerin etkisini güçlendirmektedir. Steroller, steroid alkolleri olarak tanımlanmaktadır. Fitosteroller ise bitkisel steroller olarak ifade edilmektedir. Fitosterollerin başlıcaları; campesterol, sitosterol ve stigmasteroldür. Ergosterol ise özellikle mantar hücresi zarında bulunan ve hayvansal hücrelerde kolesterolün yaptığına benzer fonksiyon gören bir kimyasal yapı grubudur. Bu bileşenlerin bir kısmı yağ metabolizmasını hızlandırarak ve bir kısmı da kan dolaşımını stimüle ederek kalp/damar hastalarının tıbbi tedavilerine yardımcı olurlar.
Yüksek Kolesterol:
Yüksek kolesterol hastalarının tıbbi tedavilerine yardımcı olmak için çeşitli bitkisel destekler mevcuttur. Mesela; sterol içeren ürünlerin 3-6 aylık bir kullanım süresi sonrasında kolesterol probleminin ortadan kalkmasına yardımcı olması hedeflenmektedir Fitosteroller yapıca kolesterole benzedikleri için ince bağırsaktaki kolesterol emilim bölgelerini bloke ederek kolesterolün bağırsaktan emilimini engellerler. Kendileri emilemedikleri için, bu şekilde kandaki kolesterol seviyesinin düşmesini sağlarlar. Kan kolesterol seviyesinin normal aralıklara düşmesi, damar yapı bozukluğunda önemli fonksiyonu olduğu bilinen kolesterolün zararlı etkilerinin azaltılmasını sağlar. Sterollü ürün yapısındaki diğer bileşenler de kolesterol sentezinin regülatör enzimi olan HMG-CoA redüktaz enzimini inhibe ederek kolesterol sentezinin baskılanmasına ve kan kolesterolünün düşürülmesine yardımcı olurlar. Çeşnilerdeki yüksek posa ile fonksiyonel bileşenler de kan kolesterolünün etkili bir şekilde düşürülmesine destek sağlarlar.
Yüksek Tansiyon:
Yüksek tansiyon hastalarına besinsel destek sağlamak için çeşitli bitkisel ürünler kullanılmaktadır. Sarımsak içeren bitkisel ürünlerin 3-6 aylık bir kullanım süresi sonrasında tansiyon probleminin tamamen ortadan kalkmasına yardımcı olması hedeflenmektedir. Sarımsak ekstresindeki bazı bileşenler damar cidarındaki oksitlenmiş lipid bileşenlerini indirgeyerek damar yapısının düzelmesini sağlarlar. Ayrıca, diğer bazı fonksiyonel bileşenlerin etkisi ile damar endotelindeki eNOS enzimi indüklenir ve stabil NO üretimine bağlı olarak kalıcı tansiyon düşürücü etki ortaya çıkar. Bu tür ürünler kullanılırken ilk ay normal tansiyon ilaçları ile birlikte kullanılmalı, sonrasında hasta kendi tansiyon durumuna göre hekim nezaretinde tedricen ayarlama yapmalıdır.
Kanser, hücre ve dokuların kontrolsüz büyümesi ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Çok sayıda faktör kanser oluşmasına yol açmasına rağmen, hepsinde netice kontrol dışı aşırı büyümedir. Kanser hücresi vücudun hemen hemen her yerinde oluşabilir. Vücut tarafından başarılı şekilde uzaklaştırıldığı ve kontrol altında tutulduğu sürece her hangi bir tehlike oluşturmaz.
Ancak, ihtiyaç olmadığı halde hücre çoğalması ve doku büyümesi engellenemezse, kanser dediğimiz hastalık ortaya çıkar.
Hücrenin bilgi hazinesi olarak tanımlayabildiğimiz DNA’da bir hasar veya değişiklik ortaya çıkarsa, hücre anormalleşir. Bu anormal hücre çoğalırken, bu yeni hasarlı, değişmiş DNA da yeni hücrelere geçer ve orada fonksiyon görmeye başlar. Vücut çoğu zaman bu anormal hücreleri yok etmede veya kontrol etmede başarılı olurken, bu önemli olayda değişik sebeplerle ortaya çıkan bir yetersizlik, anormal hücrelerin sayısının artmasına ve tüm dokuyu kapsamasına kadar gidebilir. Bu şekilde ortaya çıkan kanser hücrelerinin iki temel özelliği vardır. Birincisi kontrolsüz olarak büyüme ve ikincisi yayılma (metastaz) özelliğidir. Kanser hücreleri kan dolaşımı, lenfatik sistem veya beyin omurilik sıvısı gibi yollar ile tüm dokuya yayılabilir ve zayıf bulduğu yerlere yerleşerek orada çoğalıp büyüyebilir.
BESİNSEL DESTEK:
Taze meyve, sebze, tahıl, kuru yemiş vs. ağırlıklı beslenme faydalıdır. Bilhassa brokoli, Brüksel lahanası, ıspanak, kırmızı lahana gibi sebzeler, havuç, kabak, kabak çekirdeği, yer elması, elma, ahududu, böğürtlen, çilek, mercimek, fasulye, barbunya gibi hububat, limon, mandalin, portakal gibi meyveler kanserle savaşta destekleyicidir. Sarı, kırmızı, turuncu ve mavi sebze ve meyveler zengin antioksidan kaynağıdırlar. Yeşil bitkilerdeki klorofil de antikanser potansiyeline sahiptir. Bilhassa sarımsak ve soğan tüketimi çok faydalıdır. Her ikisi de antioksidan, immün sistemi güçlendiricisi, antimikrobiyal ve iltihap giderici etkilere sahiptir. Kavrulmamış ceviz, fındık ve özellikle badem faydalıdır. Domates zengin likopen kaynağı olduğu için birçok kanser türünün oluşmasını engelleyebilmektedir. Pancar, havuç, lahana, kuşkonmaz, üzüm, elma suları ile koyu renkli şekersiz meyve suları kansere karşı savaşta güçlü destek sağlarlar. Buna karşılık süt ve süt ürünlerini daha az miktarlarda kullanmakta fayda vardır. Düzenli egzersiz, faydalı şeyler ile meşguliyet, kafayı takmamak, rahat olmak önemlidir.
Buna karşılık fıstık, konservelenmiş yiyecekler, rafine yiyecekler, katı yağ, şeker ve beyaz undan mümkün olduğunca uzak durmakta yarar var. Şeker yerine doğal şurup kullanılabilir. Bitkisel içecekler hariç alkollü içeceklerden ve kahveden uzak durmakta yarar var. Hayvansal protein tüketimini mümkün olduğunca azaltmak, tütsülenmiş etler ile direk ateş ile teması olan döner, köfte vs. yiyeceklerden uzak durmak gerekir. Demir preperatlarından da uzak durulmalıdır. Zira demir makrofajların kanserli hücreyi öldürme gücünü baskılar ve lenfosit fonksiyonunu bozar. Bunlar da kanser hücresine karşı verilecek vücut savunmasını zayıflatır. X ışınlarından, her türlü radyo aktif ışıma yapan cihazlardan ve bu arada mikrodalga fırından uzak durunuz. Saç spreyi, temizlik ve koku spreyleri, boya, haşere öldürücü pestisit, insektisit ve bunları içerebilecek yiyeceklerden, hormon, gübre, ilaç kalıntılarından uzak durunuz. Klorlu suyu mümkün olduğunca kullanmayınız. Bu arada gerekmedikçe özellikle de hekiminizin yazmadığı ilaçlardan uzak durunuz.
Günlük yiyecekleriniz arasına kitre, huşağacı, dulavrat otu kökünü, yaban mersini, karahindiba, ekinezya, rezene, yeşil çay, meyan kökü, devedikeni, maydanoz, kırmızı yonca ve sumakı katınız. Kakule, acı biber, zencefil, biberiye, ada çayı, kekik, zerdeçal, yeşil çay antikanser potansiyeli olan baharat ve bitkilerdir. Deri kanseri gibi harici kanserlerde tıbbi karakafes otu, kanarya otu (Jacobaea vulgaris), güvercin otu (Teucrium scorodonia) gibi bitkilerden yapılmış krem, lapa, jel vs. ürünlerin harici kullanımı faydalı olabilmektedir. Turunç pektininin deri ve prostat kanserinde, ananas, zeytin yaprağı, kuzukulağı, biberiye, ravent, dulavrat otu gibi bitkilerin genel anlamda kanser ile mücadelede faydalı sonuçlar verdiğine dair görüşler vardır. Ayrıca, kanser ile ilgili olarak yapılan değerlendirmelerde;
Koenzim Q ve A’nın RNA ve DNA onarımını aktive ettiği, immün sistemi güçlendirdiği, inozitolün savaşcı hücreleri aktive ettiği, metilsülfonilmetanın antikanser potansiyeline sahip olduğu gösterilmişitr. Selenyum, E vitamini, C vitamini ve bioflavonoidlerin güçlü antioksidan özellikleri, sarımsağın immün sistemi uyarıcı potansiyeli dolayısı ile kanser tedavisinde faydalı olabileceği belirtilmektedir. Aynı şekilde, keten tohumu, üzüm çekirdeği, yosun ile bazı vitamin ve mineral kombinasyonunun (kalsiyum, magnezyum, potasyum, B kompleksi ve D3 vitamini) hem koruyucu ve hem de tıbbi tedaviyi destekleyici mahiyette etkileri olduğu belirtilmektedir.
Yapılan bir çok deneysel çalışmada biberiyenin kanser oluşumunu engelleyebildiği tespit edilmiştir. Deri kanseri, kolon kanseri ve akciğer kanseri oluşumu, biberiyeli gıda ile beslenen hayvanlarda diğer hayvanlara göre yarı yarıya azalmıştır. Bir başka çalışma ise, biberiyenin meme kanseri oluşma oranını önemli ölçüde azalttığını göstermektedir. Biberiye yapısındaki bileşenlerin antitümöral ve antiproliferatif etkilere sahip olduğu deneysel olarak kanıtlanmıştır (Oncol Rep. 2007 Jun;17(6):1525-31).
Ayrıca; kuşburnunun güçlü antioksidan özelliği, ekinezyanın immün sistemi aktive etme gücü, bu ürünü kanserli hastalar için iyi bir destek gıdası yapmaktadır.
Zerdeçalın yapısında bulunan bir bileşen (Curcumin; Curcuma longa) son yıllarda antikanser özelliği açısından en çok çalışılan ve ümit veren bir bileşiktir. Kurkuminoid yapısı itibarı ile bir polifenol grubudur. Sahip olduğu antibakteriyel potansiyel dolayısı ile mide ve barsaktaki istenmeyen mikrobik florayı temizleyebilmektedir. Ayrıca, çok güçlü bir iltihap giderici olarak bazı pre enflamatuar aktiviteli enzimleri (COX-2 ve iNOS gibi) baskılayabilmektedir. Kurkumin, hücresel glutatyon düzeyini artırmak suretiyle güçlü bir antioksidan özellik de gösterebilmektedir. Bütün bunlara ilaveten; kurkumin tümörün başlamasını, gelişmesini ve yayılmasını güçlü bir şekilde engelleyebilmektedir. Bu fonksiyonu, COX-2 inhibisyonu ve yapısındaki diğer antienflammatuarlar yanı sıra, kemokinler, adesyon molekülleri, growth faktör ve transkripsiyon faktörlerinin down-regülasyonu ile gerçekleştirmektedir. ABD de yapılan bir (San Diego-Chauhen) çalışmada, kurkuminin kolorektal kanser oluşumunu engellediği, bir diğer çalışmada (Kentucky Üniversitesi) lenfoma hücrelerini inhibe ettiği gösterilmiştir. Sloan-Ketering (New York) teki bir çalışmada ise kurkuminin bu etkisinin yeşil çay ile birlikte kullanıldığında iki kat daha fazla olduğu bulunmuştur. Bunlar gibi daha onlarca çalışmada kurkumunin antikanser özelliği teyit edilmiştir.
Isırgan yaprağı ve tohumu antikanser etkileri bakımından en çok çalışılan bitkilerden biri durumundadır. Birçok çalışmada ısırganın anti kanser ve antiproliferatif etkileri olduğu ortaya konulmuştur. Isırgan bileşenlerinin DNA turn-over enzimlerinden bazılarını inhibe ettiği ve DNA replikasyonunu engellediği gösterilmiştir.
Antikanser potansiyeli olduğuna dair ciddi veriler bulunan diğer bir bitki türü yeşil çaydır. Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsünün değerlendirmelerine göre; yeşil çayda bulunan kateşinler kuvvetli antioksidan potansiyele sahip olup, kanser oluşumunu ve proliferasyonunu engelleyebilmektedir. Laboratuar çalışmalarında yeşil çay kateşinlerinin tümör sayısında ve büyüklüğünde önemli azalmalara yol açtığı ve tümör büyümesini engellediği gözlenmiştir.
Bütün bu özellikleri dolayısı ile Biberiyeli bitkisel karışımlar, kansere karşı koruma sağlamak ve kanser tedavisi sonrası olası nüksü önlemeye destek amacı ile kullanılabilir. Biberiyeli bitkisel karışımlar, yapısındaki immün sistemi aktive edici bileşenlerden dolayı, özellikle kanser tedavisi sebebiyle bağışıklık sistemi zayıflamış hastaların vücut savunma sistemini kuvvetlendirici bir fonksiyona sahiptir. Ürün içeriğinde bulunan tanen, flavon türevleri ve polifenol gibi bazı bileşenler antioksidan ve immünstimülan özellikler gösterirler. Bundan dolayı bu gibi ürünler, immün sistemin zayıflaması ile karakterize kanser hastalığının tıbbi tedavisine destek olabilmektedir.
Kanser hastaları tıbbi tedavilerini aksatmadan ve tedavileri tamamlandıktan sonra bu gibi destek ürünlerini kullanarak kansere karşı savaşta daha güçlü olabilirler. Ancak, bu gibi destekleri hekim ve deneyimli bir uzmanın gözetimi altında almaları, kulaktan dolma bilgilere itibar etmemeleri önemlidir.
KARACİĞER YAĞLANMASIYağlı karaciğer rahatsızlığı 30 yaş üstü, kilolu insanlarda çok yaygındır. Yağlanmış karaciğerde hücreler ve doku boşlukları yağla işgal edilmiştir. Bundan dolayı karaciğer biraz daha büyük ve ağırdır. Karaciğerin kırmızı görünümünün yerini sarımsı renk almıştır. Bazı durumlarda böylesi bir karaciğerde safra tuzu ve kolesterolden oluşmuş safra taşı çökmeleri de görülebilmektedir. Bu durumda ultrasonda yağlanma rahatlıkla görülebilmekte, çoğu zaman kandaki karaciğer enzimlerinde de artış tespit edilmektedir.
Normal karaciğerde kan gözenekler arasından geçerken toksinlerden, ölü hücrelerden, mikroorganizmalardan ve yağdan arındırılır. Bir ölçüde karaciğer kan için iyi bir süzgeç vazifesi yapar. Karaciğer yağlanınca, bu tür bir süzme ve arındırma görevini yapamaz. Bozulan karaciğer fonksiyonu otoimmün rahatsızlıklar, tip-2 diyabet gibi ilave bazı problemlere yol açar
Aşırı kilonuz varsa
Özellikle karın bölgenizde yağlanma varsa ve kilo vermekte zorlanıyorsanı
Kan kolesterol ve trigliserit seviyeleriniz yüksekse
Tip-2 diyabetiniz varsa
Kolay yoruluyorsanız ve
Vücut savunma sisteminiz infeksiyonlara karşı zayıfsa; yağlı karaciğerinizin olması kuvvetle muhtemeldir.
Karaciğer yağlanması tedavi edilmediği takdirde ciddi sıkıntılara yol açar. Karaciğer, yağ metabolizmasının en aktif olduğu organdır. Yağların hem yakılması ve hem de safra kanalı üzerinden bağırsağa atılarak uzaklaştırılmasında önemli görev yapar. Karaciğerin yağlanma dolayısı ile yapı ve fonksiyonunun bozulması birçok hastalığın oluşumunu tetikleyen faktördür.
KARACİĞER HASTALIKLARINDA FONKSİYONEL DESTEK BİTKİ VE BESİNLERİ:DEVEDİKENİ (Silybummarianum), REZENE (Foeniculumvulgare), ENGİNAR (Cynarascolymus), SARIMSAK (Alliumsativum)
Dengesiz beslenme, alkol kullanımı veya hepatit kaynaklı karaciğer yağlanması ve fonksiyon bozukluklarının düzeltilmesi ve yatıştırılmasına yönelik tıbbi tedaviye besinsel katkı sağlayabilen bitkilerdir.
Etki tarzı: Ürün bileşenlerinden devedikeni tohumunda bol miktarda silibin denilen kimyasal bileşen vardır. Bu bileşen kuvvetli bir antioksidan olup, çeşitli toksik kimyasalların sebep olduğu harabiyete karşı karaciğeri korur. Diğer bir yapı silikristin, peroksidaz ve lipooksijenaz enzimlerini inhibe eder. Bir diğeri silidianin bitkilerdeki bir büyüme regülatörüdür. Devedikeninin karaciğer kanserinde de etkili olabileceğine dair kuvvetli veriler ortaya çıkmaya başlamıştır. Aynı şekilde, alkol kullanımına bağlı olarak veya hepatit B veya C virüslerinin sebep olduğu karaciğer hastalıklarında da devedikeninin faydalı olabileceği ifade edilmektedir. Tıpta; silibinin, silibin, silmarin, izosilibin, silikristin gibi kimyasalların bir karışımından ibaret olan silmarin adında kuvvetli bir bitki ekstraktı karaciğer hastalıklarına (siroz, hepatit, karaciğer nekrozu, alkol, ilaç ve kimyasallar ile indüklenmiş karaciğer harabiyeti vs.) karşı etkili bir şekilde kullanılmaktadır. Silmarin, karaciğer harabiyetine yol açan faktörleri inhibe ederek ve karaciğerde yeni hücre oluşumunu indükleyerek etkisini göstermektedir.
Enginar yapraklarında cynarin isminde bir kimyasal bol miktarda bulunmaktadır. Kurumuş yaprak ve enginar gövdesinde cynara adında safra sentez ve sekresyonunu indükleyen bir bileşen vardır. Bu yapının aktif bileşeni cynarindir. Enginar diüretik özellik gösteren bir sebze olup sindirimi kolaylaştırır, karaciğer ve safra fonksiyonunu regüle eder, HDL/LDL oranını arttırarak damar yapılarını ateroskleroza karşı korur. Enginar toksik kimyasalların ve enfeksiyonların sebep olduğu karaciğer harabiyetine karşı karaciğeri önemli ölçüde koruma potansiyeline sahiptir.
Bir diğer aktif bileşen olan sarımsak da bu bakımdan önemlidir. Sarımsak, güçlü bir detoksifikasyon yapma özelliğine sahiptir. Bundan dolayı da ilaçların (asetaminofen gibi) ve viral/bakteriyel infeksiyonların sebep olduğu karaciğer harabiyetine karşı güçlü bir koruma sağlar. Sarımsak aynı zamanda güçlü bir immün sistem regülatörü olduğu için karaciğer kanserlerinin tedavisine de destek olabilmektedir. Bundan dolayıdır ki, sarımsak tüketiminin yaygın olduğu toplumlarda (Çin ve İtalya gibi) başta mide olmak üzere karaciğer ve kolon kanserlerinin daha az görüldüğü tespit edilmiştir.
Rezene güçlü bir karminatif olması dolayısı ile karaciğer ve safranın normal fonksiyonuna yardımcı olur. Karındaki şişlik ve gazın giderilmesini sağlayan esansiyel yağlar bakımından zengindir. Rezene aynı zamanda güçlü bir spazm çözücüdür. Aynı şekilde kekik de rezene gibi sindirimi kolaylaştırır ve karaciğerdeki detoksikasyon yollarını aktive ederek karaciğeri koruyucu görev yapar.
Özellikle silmarin karaciğer yağlanmasına karşı önemli bir potansiyele sahiptir. Bu özelliği dolayısı ile karaciğer yağlanması olanlar için fonksiyonel bir gıda takviyesidir. Yapısındaki yağ metabolizmasını aktive edici bazı bileşenler vücuttaki yağ yıkımını hızlandırırlar. Bazı bileşenler ise barsaktan yağ emilimini engelleyerek kan yağlarının seviyesini düşürür. Bu özellikleri ile bu gibi bitkiler karaciğer yağlanmasının giderilmesine besinsel destek sağlarlar.
Uyarı: Bitki ve baharatlara karşı alerjik bünyesi olanların bitkisel kaynakları kullanmadan önce doktorlarına danışmaları önerilir. Beklenilmeyen bir etki görülürse, ürün kullanımına ara verilmeli ve doktora danışılmalıdır.
Kemik yapısının oluşma döneminde (Çocukluk ve gençlik dönemleri) ile yaşlılıkta (Kadınlarda 45 yaş, özellikle menopoz sonrasında. Erkeklerde 50-55 yaş sonrasında) ortaya çıkan yüksek kalsiyum ihtiyacını karşılamaya ve kemik yapısını güçlendirmeye dönük olarak kalsiyum takviyesi önemlidir. Bu amaçla yapısında ergosterol bulunan bitkiler, vücutta D vitamini sentezini indükleyerek barsak ve böbreklerden kalsiyum emilimini arttırır. Ayni şekilde diğer bazı ürün bileşenleri, kemik metabolizmasını regüle eden kalsitonin/parathormon dengesinin kurulmasını sağlayarak kan kalsiyum düzeyinin sağlıklı kontrolünü sağlar. Bu durum, kullanan kişilerin kemik sağlıklarının muhafazası ve çocuklarda sağlıklı kemik oluşumu için önemli destek sağlar.
Çocuğu olmayan çiftlerin % 40’ında erkeğe ait problemler söz konusudur.
Kadınlarda görülen kısırlığın en önemli sebepleri arasında döllenme yetmezliği veya hatalı döllenme, fallopiyan tüplerindeki tıkanıklık, endometriosis ve uterin fibroidleri bulunmaktadır. Bazı kadınlarda erkek spermine karşı antikor ortaya çıkabilmekte, bu da sperme zarar verebilmektedir.
Kısırlık problemi olanların alkol ve sigaradan uzak durmaları gerekmektedir. Özellikle alkol erkeklerde sperm sayısını düşürmekte, kadınlarda sağlıklı döllenmeyi engellemektedir. Dengeli beslenme önemlidir. Bilhassa yağlı ve rafine karbonhidratlı beslenmeden sakınmak gerekir. Bazı ilaçlar, mesela ülser tedavisinde kullanılan cimetidine ve ranitidine sperm sayısını azaltarak kısırlığa sebep olabilmektedir. Aynı şekilde marijuana, kokain gibi uyuşturucu kullanımının da kısırlığa yol açabileceği bilinmektedir. Buna karşılık kabak çekirdeği ve kullanıcının alerjisi yoksa arı poleni faydalıdır. Aynı şekilde yapısında progesteron ve benzeri hormonal bileşenler bulunan doğal besin kaynaklarının kadınlardaki kısırlığa iyi gelebileceği belirtilmektedir. Kısırlık tedavisinden sonuç alınamıyorsa, ağır metal toksitesi konusunda analiz yaptırmak gerekebilir. Zira bazı ağır metallere maruziyet sperm kalitesini bozmakta ve dölenmeyi engelleyebilmektedir. Gluteni olmayan veya az olan tahıllarla (arpa, yulaf, mısır vs.) beslenmenin kısırlık tedavisine ciddi katkı sağlayabileceği ifade edilmektedir. Kısırlıkta gen defektlerinin de faktör olabileceğini bilmekte yarar vardır.
Erkeklerde sperm sayısının 2-3 günlük bir perhiz sonrası maksimuma çıktığı, buna karşılık bir aydan daha uzun süre bekleyen spermin dölleme kabiliyetinin azalacağı ifade edilmektedir. Aşırı kahve (kafein) tüketiminin bazı kadınlarda hamileliği engelleyebileceği iddia edilmiştir. Ayrıca, yoğun iş yükünün hem mental olarak ve hem de fiziksel olarak cinsel gücü ve döllenmeyi azalttığı yönünde tespitler bulunmaktadır.
BESİNSEL DESTEK:
Bazı besin maddeleri gerek kadın ve gerekse erkekte görülen kısırlık durumlarında faydalı olabilmektedir. Sperm hareketliliğini artırıcı, döllenmeyi kolaylaştırıcı, antioksidan gücü dolayısı ile oksidasyon faktörlerini ortadan kaldırarak sperm morfolojisini düzeltici özellikteki gıda bileşenleri bu amaçla kullanıldıklarında ciddi katkı sağlayabilmektedirler. Mesela, yapılan bazı çalışmalarda selenyum eksikliği ile sperm sayısının azalması arasında bir ilişki bulunmuştur. Bu bakımdan, selenyumun kısırlığın tedavisinde olumlu katkı yapacağı düşünülmektedir. Aynı şekilde C vitamini, A vitamini, karotenoidler ve flavonoidlerin de sperm üretimini ve hareketliliğini arttırdığına dair bilimsel çalışmalar bulunmaktadır. E vitamininin hormon dengesinin düzenlenmesinde ve testislere oksijen taşınmasının sağlanmasında görev aldığı, bundan dolayı da özellikle sperm sayısının arttırılmasında etkili olduğu ifade edilmektedir. B kompleksi vitaminlerin cinsel hormonların üretimini aktive ettikleri, özellikle kadınlardaki döllenme potansiyelinin muhafazasında önemli görevler yaptıkları ifade edilmektedir. Çinko semende yüksek miktarda bulunan bir mineral olup, üreme organlarının düzgün çalışması için gereklidir. Mangan cinsiyet hormon üretimini aktive eder. Ruşeymde (buğday tohumunun özü) bulunan octacosanol isimli yapı hormon üretimini stimüle eder. Fosfatidilkolin, cinsel uyarıyı stimüle eder. Esansiyel yağ asitleri normal hormonal fonksiyon için gereklidir. Aynı şekilde bazı amino asitler mesela arjinin sperm sayısını ve aktivitesini arttırır. Sistein ve metiyonin sülfürlü yapıları itibarı ile antioksidan özellikler gösterir ve serbest radikal harabiyetini engeller, hormonal fonksiyonu düzenler. Aynı şekilde üzüm çekirdeği de antioksidan olarak etki göstererek sperm yapısını korur ve sayısını arttırır. Tirozin stresi yatıştırır, asetil kolin cinselliği uyarır. Bütün bu destek niteliğindeki vitamin, mineral ve kimyasal bileşenler kısırlık tedavisine önemli katkı sağlamaktadır.
Kevenin (astragalus) sperm motilitesini arttırdığına dair ciddi çalışmalar bulunmaktadır. Damiana, ginseng, saparna, palmiye meyvesi ve bazı uyarıcı nitelikteki bitkilerin erkeklerde; damiana, dong quai, ginseng, meyan kökünün de kadınlarda cinsel uyarıyı arttırdıkları bilinmektedir. Yüksek tansiyon hastalarının ginseng ve meyan kökünü kullanırken dikkatli olmaları gerekmektedir.
Bilimsel çalışmalarda, soya fasulyesindeki isoflavonların prostat büyümesini inhibe ettiği ve prostat hastalarında ciddi rahatlamaya yol açtığı tespit edilmiştir. Bunlardan biri olan daidzein bağırsakta biyolojik olarak aktif bir bileşene (Equol) dönüşür. Bu yapı, dihidrotestesterona (DHT) bağlanarak onun androjen reseptörüne bağlanmasını ve dolayısı ile aktivitesini bloke eder. Buna karşılık palmiyedeki aktif bileşenler androjen reseptörlerini bloke ederek dihidrotestesteronun bu reseptörlere bağlanmasını engellerler. Bu durum, prostat büyümesinden sorumlu tutulan dihidrotestesteronun fonksiyonunu yapamaması ile sonuçlanır ve prostat büyümesi geriler. Diğer bazı bilimsel çalışmalarda ise bazı bitkisel bileşenlerinin testesteronun, dihidrotestesterona dönüşümünü sağlayan enzimi (5’ Alfa redüktaz) inhibe ederek aktif özellikli dihidrotestesteronun sentezini engellediğini ifade etmektedirler. Isırgan yapısındaki bir globulinin de tıpkı palmiyede olduğu gibi androjen reseptörlerini bloke ederek DHT nin reseptöre bağlanmasını engellediği gösterilmiştir. Isırganın antienflammatuar potansiyeli bu etkiyi daha belirgin hale getirmektedir. Gerek meyan kökü, gerekse civanperçeminin antienflammatuar ve antimikrobiyal özellikleri bu bitkilerin de prostat hastalıklarında kullanılmasına sebep olmuştur.
Bilimsel çalışmalar ışığında hazırlanan bu gibi doğal ürünler, yaşın ilerlemesi ile ortaya çıkan iyi huylu prostat hastalıklarında (Hipertrofi) ve kronikleşmiş prostat enfeksiyonlarında da olumlu sonuçlar verebilmektedirler. Tıbbi tedavi ile birlikte ürünümüzü besinsel destek olarak kullanan hastalarda kısa sürede rahatlama olmaktadır.
KAS VE EKLEM HASTALIKLARI
Kas ve eklem hastalıkları çok değişik karakterde ortaya çıkabilmelktedir. Bu bakımdan bu gibi bir başlık altında hem oluşum mekanizmaları ve hem de tadavi şekilleri açısından büyük farklılıklar gösteren değişik rahatsızlıklar mevcuttur.
Romatizma, kemikleri, eklemleri, eklem çevresi dokuları, hatta sinir köklerini etkileyen bütün hastalıkları adlandırmak için kullanılan bir ifadedir. Yani, kaslarda ve özellikle eklemlerde kendini gösteren ağrılı hastalıkların genel adıdır.
MİYALJİ:
Bu hastalıklardan biri olan miyalji; belirgin bir sebep olmaksızın kronik kas ağrısı şeklinde ortaya çıkan bir romatizmal hastalıktır. Sıklıkla sırt, bel, omuz kaslarında vs. görülmektedir. Sertleşme ve ağrı, sızı vs. tarzlarda ortaya çıkan rahatsızlık ekseriyetle sabahları belirgin olmaktadır. Hastalarda bu tür ağrılara ilaveten kronik baş ağrısı, deride yanmalar, uykusuzluk, barsak problemleri, çene ekleminde ağrılar, huzursuzluk, kalp çarpıntısı, hafıza zayıflığı, safra kesesi iltihabı, göz ve ağız kuruması, koordinasyon bozukluğu, baş dönmesi, sersemlik vs. şikayetler görülebilmektedir. Merdiven çıkma ve uzun yürümede sıkıntı, ağrı çok yaygındır. Hastalarda genellikle depresyon da görülür. Bu durum stres ile indüklenir. Hastalarda kalp damar hastalıkları ve adrenal gland hastalıklarına benzer şikayetler gözlenebilir. Anemi, depresyon, hepatit gibi birçok hastalık fibromiyaljiye benzer semptomlar gösterir. İmmün sistem olumsuz şekilde etkilendiği için bu hastalarda viral ve bakteriyel infeksiyonlar da yaygındır. İnfeksiyoz mononükleozis oluşturan Ebstein-Barr virüsü, Candida Albicans mantar infeksiyonu, diş dolgusu olarak kullanılan civa amalgamı, anemi, paraziter infeksiyonlar, hipoglisemi, hipotiroidi hastalık oluşumundan sorumlu tutulan faktörlerdendir. Fibromiyaljili hastalarda uyku bozukluğu ve buna bağlı olarak kronik halsizlik ve yorgunluk hastaların sıklıkla şikayet ettikleri durumdur. Bunlardan başka, kimyasal ve yiyecek alerjisi, baş dönmesi ve sersemlik, kilo kaybı, baş ve çene ağrıları, barsak şikayetleri, bellek zayıflığı, konsantrasyon bozukluğu, adet sancıları, ışık ve sese aşırı duyarlık, deride alerjik şikayetler, kas sertleşmeleri vs. şikayetler yaygın olarak görülmektedir. Hastalığın kesin sebebi bilinmemektedir ve kesin teşhisi zordur. İmmünsistemdeki bir bozukluğun hastalığın oluşmasında önemli olabileceği konusunda görüş vardır. Çünkü bu hastalarda immünolojik problemeler yaygındır. Depresyon, beyindeki nörokimyasal değişiklikler, şiddete maruz kalma, alkolizm gibi faktörlerin hastalık oluşumunda rol oynayabileceği ifade edilmektedir. Vücutta kimyasal enerji (ATP) oluşmasındaki genetik bir defektin de hastalığın oluşmasından sorumlu olabileceği belirtilmektedir.
Hastalık kadınlarda daha yaygındır. Erken yaşlarda ortaya çıkmasından sonra yavaş yavaş ilerler ve gittikçe ağırlaşır. Aşırı egzersiz veya aşırı hareketsizlik, stres, sıkıntı, depresyon, aşırı sıcak veya nemli hava ve infeksiyon durumlarında rahatsızlık şiddetlenir. Hastaların çoğunda rahatsızlık günlük aktiviteyi engelleyecek düzeyde olur. Bazı durumlarda hastalık belirtileri kendiliğinden kaybolurken, bazı durumlarda hastalık kronik bir karakter kazanır. Çoğu zaman klasik ağrı kesici ilaçlar ağrının yatışmasında etkili olmaz.
ROMATİZMAL HASTALIKLARDA BESİNSEL DESTEK:
Hastalarda genel anlamda bir beslenme ve emilim problemi olduğundan, hastalar hemen hemen bütün besinlere ihtiyaç duyarlar. İmmün sistemi güçlü kılmak için de bitkisel sterol bakımından zengin doğal gıda desteği tavsiye edilir. Bundan dolayı, taze, pişirilmemiş doğal bitkisel gıda tüketimi önemlidir. Mesela antioksidan ve iltihap giderici potansiyeli dolayısı ile nar çok faydalıdır. Yeşilbiber, patlıcan, domates ve beyaz patates ise içeriklerindeki solanin isimli bileşenden dolayı kısıtlı olarak tüketilmelidir. Bu kimyasal yapı iskelet kasındaki bazı enzimleri inhibe ederek ağrıyı şiddetlendirebilmektedir. Aynı şekilde doymuş yağ oranı yüksek et, süt ürünleri ve diğer gıdalardan uzak durmakta fayda vardır. Doymuş yağ hem kanda kolesterolün yükselmesine yol açarak damar yapılarının bozulmasına ve dolaşımın engellenmesine sebep olmakta ve hem de iltihabi reaksiyonları hızlandırarak ağrıyı arttırmaktadır. Bu bakımdan kahve, alkol, yağda kızartılmış, işlenmiş yiyecekler, rafine karbonhidratlar ve sakatat mamüllerinden uzak durmakta fayda vardır.
Bu hastalar gıda takviyelerinden de istifade edebilirler. Doku oksijenlenmesini sağlayarak immün sistemi güçlendiren Koenzim Q ve lesitin, metabolik hızı düzenleyebilme özelliği dolayısı ile mangan minerali, güçlü antioksidan olarak A vitamini (karotenoidler ile), E ve C vitaminleri (bioflavonoidler ile) faydalıdır. Sarımsak; immün sistemi güçlendirici, iltihap giderici ve antimikrobiyal etkileri dolayısı ile fibromiyaljili hastalar için yararlı olabilmektedir. Enerji ve beyin fonksiyonları için B kompleksi vitaminleri, kasların düzgün çalışması, kramp, kasılma gibi problemleri engellemek için kalsiyum ve magnezyum, antioksidan olarak selenyum, immün sistemi güçlendirmek için çinko gereklidir. Kan glükozonu düzenlemek ve gece terlemelerini engellemek için krom, ağrı ve yorgunluğu gidermek için esansiyel yağ asitleri, uykuyu düzenlemek için melatonin önemlidir.
Ayrıca bitkisel gıda takviyeleri olarak keten tohumu, keven (kitre) ve ekinezya immün sistemi güçlendirmek için kullanılabilir. Dulavrat otu kökü, karahindiba ve kırmızı yonca kanı temizler, iyileşmeyi hızlandırır. Aynı sefa ve biberiye yağı ağrıyı azaltmak için haricen uygulanabilir. Aynı şekilde kekliküzümü yağında bekletilmiş kırmızıbiberin haricen uygulanması ile ağrı yatışır. Biberdeki kapsaicin ağrı hissinin oluşmasını sağlayan nörotransmiterlerin salgılanmasını inhibe ederek ağrıyı bastırmaktadır. Sıcak su ile dolu küvete bir miktar zencefil tozu katılarak banyo yapılması ile terleme indüklenebilir. Aynı şey zencefilin ağızdan alınması ile de sağlanır. Bu şekilde toksinlerin vücuttan atılması sağlanmış olur. Ginko dolaşımı hızlandırır, beyin fonksiyonlarını düzeltir. Meyan kökü adrenal bezleri uyarır, deve dikeni tohumu karaciğeri korur. Beyaz söğüt kabuğu ağrıyı keser, kedi otu uykuyu düzenler.
Yorucu, ağır egzersizden kaçınmak lazımdır. Ilımlı egzersiz, ılık duş, düzgün yatakta uyuma, masaj tedavisi fibromiyalji hastaları için rahatlatıcı olmaktadır.
Burun çevresindeki sinüs adı verilen boşlukların iltihaplanmasına sinüzit adı verilir. Sinüsler burnun her iki yanında bulunurlar ve 4 ayrı isimle ifade edilirler. Burnun hemen yan taraflarında bulunan ve sinüslerin en büyüğü olan sinüs maksiller sinüstür. Bunun dışında burnun üst tarafında, alın kemiği içinde bulunan sinüse frontal sinüs, burnun arka ve üst tarafında bulunan ve orta hatta tek olan sinüse sfenoid sinüs denir. Ayrıca burnun yan ve üst taraflarında bulunan birçok küçük boşluktan ibaret bölümlere de etmoid sinüs denir. Bütün bu sinüsler bir delik aracılığı ile burun içine açılırlar. Buruna açılan bu delikler sinüslerin havalanmasını da sağlarlar. Aslında bu sinüslerin fonksiyonları tam olarak aydınlatılmış değildir. Ancak sesin rezonansının sağlanması, solunum havasının nemlendirilmesi ve ısıtılması ile zararlı partiküllerin tutulması gibi görevleri vardır. Bütün sinüslerin içini döşeyen mukoza hergün belli oranda salgı yapar. Bu salgılar burun içine dökülerek oradan da boğaz ve mideye giderler. Her erişkinde sinüs mutlaka vardır. Ancak sinüslerin gelişimi zaman alır. Doğumda sadece maksiller ve etmoid sinüsler mevcuttur. Onlarda filmlerde bile görülemeyecek kadar küçüktürler. Maksiller sinüs 3 yaşında anlamlı büyüklüğe gelir ve ancak puberte çağında erişkindeki boyutuna ulaşır. Frontal sinüs doğumda yoktur. 6 yaşında filmlerde görülebilecek boyuta gelir. Yine puberte çağında erişkin boyutuna ulaşır. Etmoid sinüsler doğumda var olmasına rağmen giderek büyür ve 12 yaş civarında erişkindeki boyutuna ulaşır. Sfenoid sinüs doğumda yoktur. 5 yaşından itibaren gelişimi hızlanır ve puberte çağında erişkin boyutuna ulaşır. Sinüslerin büyüklüğü kişiye göre değişir. Bazı kişilerde frontal sinüsün hiç olmaması da mümkündür.
BESİNSEL DESTEK:
Sinüzit tedavisinde antibiyotik ve tıbbi ilaç tedavisine ilave olarak bazı besin destekleri de katkı sağlamaktadır. Bunlar arasında, kuşburnu, arı poleni, quersetin, A vitamini ve karotenoidler, C vitamini ve bioflavonoidler immün sistemi güçlendiricileri olarak; keten tohumu ağrı ve iltihap giderici; multi vitamin ve mineral kompleksi yara iyileşmesini hızlandırıcı olarak etkilidir. B kompleksi vitaminleri stres azaltıcı ve sinirleri iyileştirici, E vitamini dolaşımı aktive edici ve iyileşmeyi hızlandırıcı, koenzim Q immün sistem uyarıcısı ve oksijenizasyonu hızlandırıcı olarak etkili olmaktadır. Çinko bileşikleri antiviral ve immün sistem uyarıcısı, üzüm çekirdeği antioksidan ve sarımsak ise hem antimikrobiyal ve hem de immün sitsem aktivatörü olarak etki göstermektedir.
Anason, çemen otu ve kırmızı yonca akıntıyı temizlemede yardımcı olur. Defne dekonjestan ve astringent (damar daraltıcı) olarak, ekinezya immün sistem uyarıcısı olarak, zencefil dolaşım stimülatörü olarak etkilidir. Ayrıca hidrastis, kuşburnu (C vitamin kaynağı olarak), kara ısırgan (semptomları yatıştırıcı olarak), ısırgan (alerjiye karşı), sığırkuyruğu ve zeytin yaprağı ( iltihap giderici olarak) etkili olmaktadır.
Bazı bitkisel ürün bileşenleri vazodilatatör, antimikrobiyal ve antienflamatuar özellikli bileşenleri ile sinüzitin tedavisine yardımcı olurlar. Bunlardan biri olan meyan kökündeki flavonlar iltihap giderici ve antioksidan, alkaloidler de analjezik aktiviteye sahiptirler. Bu özellikleri dolayısı ile ürünümüz sinüzit gibi çeşitli iltihabi ve ağrılı hastalıkların tıbbi tedavilerine destek olabilmektedir.
Kuşburnu antioksidan bileşenler, özellikle C vitamini bakımından çok zengindir. Keçiboynuzu ise zengin bir mineral ve vitamin kaynağıdır. Ginsengin yapısında ginsenosit adı verilen triterpenik saponositler, panaxosidesitler, panaxatnol ve D grubu vitaminler bulunmaktadır. Bitki diğer bir çok özelliğe ilaveten iltihap giderici ve vücudu canlandırıcı özelliklere de sahiptir. Diğer bir bileşen olan sarımsak ise antiviral, antifungal, antiparazitik ve antibakteriyal özelliklere sahiptir. Ayrıca, sarımsağın vücudun bağışıklık sistemini güçlendirici ve hücresel yapıları oksidan faktörlere karşı koruyucu etkisini destekler bilimsel bulgular mevcuttur. Çemen otu tohumu, polysaccharidegalactomannan bakımından zengindir. Ayrıca yapısında saponinler, musilaj, uçucu yağlar ve alkaloidler mevcuttur. Tarçın yapısındaki esansiyel yağlardan dolayı kuvvetli bir antimikrobiyal aktivite gösterir. Tarçının yapısında bulunan cinnamaldehyde, cinnamyl acetate, eugenol, ve anethole bileşikleri de kuvvetli antimikrobiyal aktiviteye sahiptirler. Tarçının yapısındaki antioksidan karakterli bileşenler dolayısı ile de oksidan stres kaynaklı rahatsızlıkların tedavisinde de faydalı olduğu düşünülmektedir.
Bazı bitkisel bileşenler stres ve sıkıntılı durumlarda bağımlılık yapmadan sakinleştirme özelliğine sahiptir. Bunlardan biri olan lavanta; panik atak, depresyon, uykusuzluk, sinirlilik gibi problemlerin yatıştırılmasında hastalara önemli besinsel katkı sağlayabilmektedir. Lavanta ve diğer bazı besinler panik atak sıkıntısı yaşayanlar için iyi bir yatıştırıcıdır.
Lavantanın önemli bir bileşeni olan esansiyel yağ asiti, antiseptik ve antienflammatuar etkilerine ilaveten güçlü bir yatıştırıcıdır. Kedi otu, yatıştırıcı, antikonvülzan ve ağrı dindirici olarak uzun bir süredir kullanılmaktadır. Kedi otunun bu tür etkilerinin, beyindeki GABA ve benzodiazepin reseptörlerinin blokajı ile nörotransmitter metabolizmasını etkilemesi sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Sarı kantoron, depresyonda yaygın olarak kullanılan bir diğer bitki türüdür. Etkisini esas olarak serotonin, dopamin ve noradrenalinin sinaptozomal alınımını inhibe ederek gösterdiği tespit edilmiştir. Sarı kantarondaki bazı bileşenlerin adenozin, GABA ve glutamat reseptörlerine karşı da büyük bir afinite gösterdiği bulunmuştur. Beta adrenerjik resptörlerin down regülasyonu ve serotonin 5-HT reseptörlerin up regülasyonuna yol açarak beyindeki nörotransmitter konsantrasyonunu değiştirdiği ve bu şekilde sedatif etki oluşturduğu ifade edilmektedir. Yakın çalışmalar, sarı kantaron bileşenlerinin hipofiz-hipotalamus eksenini kontrol eden genleri de regüle edebildiğini göstermektedir. Antidepresan etkileri dahil, sarı kantaronun diğer bir çok etkisinin hiperisin ve bazı flavonoidlerden kaynaklandığı düşünülmektedir. Yulaf hem zengin bir vitamin ve mineral kaynağı ve hem de beyin ve sinir sistemi için yatıştırıcı özelliği olan bileşenler bakımından zengin bir besin kaynağıdır. Bu özelliği dolayısı ile de yulafın sinir sistemini restore edici güçlü bir potansiyele sahip olduğu ifade edilmektedir.
Astım, solunumu zorlaştıran bir akciğer hastalığıdır. Bronşları saran kaslarda meydana gelen spazm, hava geçişini engelleyerek astım atağı denilen tablonun ortaya çıkmasına sebep olur. Öksürük, hırıltı, göğüste sıkışma ve havaya karşı açlık tipik semptomlardır. Ortaya çıkan bu durum, hastalığın sebebi olmaktan ziyade sonuçlarıdır. Hasta bir alerjen veya irritanla karşılaştığında astım atağı tetiklenebilmektedir.
BESİNSEL DESTEK:
Astımlı hastalarda hastalığın yatışması ve tıbbi tedavisinin kolaylaştırılmasında ginkonun faydalı katkısı olduğu görülmüştür. Lobelya da kas gevşetici ve ekspektoran özelliği dolayısı ile astımı yatıştırabilmektedir. Sığırkuyruğu, yapısındaki zengin butirik asit dolayısı ile ısırgan, immün sistem güçlendiricisi olarak ekinezya, efedra bitkisi, atkuyruğu, ardıç tohumu, meyan kökü, karaağaç kabuğu, MELİSA astım tedavisine katkı sağlayabilen faydalı bitkiler olarak değerlendirilmektedir. Ancak, otoimmün bir rahatsızlığınız varsa ekinezyayı, tansiyonunuz, depresyon gibi bir probleminiz, kalp hastalığınız varsa veya monoaminoaksidaz inhibitörü içeren bir ilaç kullanıyorsanız efedrayı ve efedra içeren bitkileri kullanmayınız. Aynı şekilde tansiyon hastaları meyan kökünü kullanmamalıdırlar.
Ayrıca; iltihap giderici özerlikleri dolayısı ile vucut için gerekli olan yağ asitlerini yapısında bulunduran keten tohumu ve çüha çiçeği yağları, stres giderici olarak B 6 vitamini, doku yenileyici olarak A vitamini ve bu vitamince zengin betakaroten ve karotenoidler astım tedavisine ciddi katkı sağlayabilmektedir. B kompleksi vitaminleri immün sistemi güçlendirmekte, iltihabi reaksiyonları engelleyebilmektedir. C vitamini ve bioflavonoidler infeksiyonun ve iltihabi reaksiyonların engellenmesinde, E vitamini ve selenyum da oksidan reaksiyonların baskılanmasında katkı sağlamaktadır. Magnezyum ve kalsiyum bronş kasları üzerinde genişletici etki oluşturarak akut astımda rahatlatıcı olmaktadır. Ayrıca; bağışıklık sistemini güçlendirici olarak arı poleni ve koenzim A, akciğerin oksijenlenmesini arttırıcı olarak dimetilglisin etkili olabilmektedir. Doku yenileyici olarak D3 vitamini ve sistein, antioksidan olarak metiyonin amino asitleri önemlidir. S-Adenozilmetiyonin stresi baskılar, depresyonu engeller. Bütün bu sayılanlar tıbbi tedavinin alternatifi olarak görülmemeli ve tedavi aksatılmamalıdır. Bu ve benzeri ürünler tedaviyi desteklemek amacı ile kullanılmalıdır.
Kilo vermenin en kalıcı ve sağlıklı yolu düzenli fiziksel aktivitedir. Aksi taktirde sadece diyet kontrolü ile sağlanan kilo kaybında, bir yıl içinde % 95 oranında kişiler eski kilolarına gelmektedirler. Hızlı kilo kaybettiren diyetler çoğu zaman yalancı sonuç verirler. Yani, vücuttan kaybolan yağ değil, sudur. Bunun için de diyet terkedildikten kısa bir süre sonra eski kilo geri gelmektedir. Hızlı kilo kaybı bazı problemleri de beraberinde getirir. Bunların başında, vücudun savunma sisteminin zayıflamasıdır. Ayrıca, mesela son zamanlarda moda olan düşük karbonhidrat, yüksek protein diyeti ketozis dediğimiz bir olumsuz tablonun oluşmasına yol açmaktadır. Enerji kaynağı olarak sadece yağların kullanılması vücutta fazla miktarda asidik ürünlerin oluşmasına yol açmaktadır. Meydana gelen asidoz, vücuttan hayati ehemmiyetteki bazı minerallerin (potasyum gibi) atılmasına ve neticede bu minerallerin yetersizliğine yol açmaktadır. Bu da ciddi olumsuzuklara sebep olmaktadır. Sürekli olarak tekrarlanan katı diyet programları kalp sağlığını da riske atar. Hızlı kilo vermeyi müteakiben, genellikle hızlı kilo alma görülür ki bu durum kan kolesterol ve trigliserit seviyesinde ciddi artışlara yol açarak hayati organlara zarar verebilir. Aynı şekilde bu kişilerde safra taşı oluşma ihtimali çok yüksektir. Bu tür diyet uygulayanlardaki ölüm oranlarının sağlıklı popülasyona göre daha yüksek olduğu görülmüştür. Suni tatlandırıcılar ile ilgili bir çalışma sonuçları, bu gibi maddelerin kullanımının kilo verme yerine kilo alma ile sonuçlandığını, bu maddelerin hem iştahı arttırdıklarını ve hem de sindirimi bozduklarını göstermektedir. Dehidroepiandrosteron hormonunun vücutta yağ sentezini gerçekleştiren bir enzimi inhibe ederek, yağlanmayı azalttığı görülmüştür. Özel bir uygulama olarak 1 hacim sızma zeytinyağı ile 2 hacim elma sirkesisin karıştırılması ile elde edilen karışımın haricen uygulanması sonucu yağ çözünürülüğünün artabildiği görülmüştür. İleri obezite durumunda, başka da bir alternatif kalmadıysa cerrahi olarak mide ağzına kelepçe taktırmak düşünülebilir. Ancak bu konuyu hekim ile birlikte çok ciddi şekilde değerlendirmek, fayda-zarar ve risk faktörlerini iyice düşünmek gerekir.
BESİNSEL DESTEK:
Bir kural olarak yemeyi iyice kesmekten ziyade, uygun gıdaları yeterli miktarlarda almak önemlidir. Dengeli beslenmek, değişik gıda türlerinden uygun oranlarda tüketmek ve aşırıya kaçmamak gerekir. Yemeklerimizde protein, kompleks karbonhidrat ve yağ dengesini kurmak zorundayız.
Gama linolenik asit hodan yağı, kuş üzümü (Frenk üzümü), keten tohumu yağı ve çüha çiçeği yağında bol miktarda bulunur. Bu yağ asiti, yağ metabolizmasının düzenlenmesinde önemli rol oynar. Aynı şekilde bor mineralinin vücuta enerji harcanmasını stimüle ettiği, üzüm ve soğanın bu mineral bakımından zengin olduğu gösterilmiştir. L-Ornitin, arjinin ve lizin gibi aminoasitlerin kilo vermeyi kolaylaştırdığı görülmüştür. Ornitinin büyüklerde normalde olmayan büyüme hormonunun salgılanmasını arttırarak yağ yıkımını ve kas oluşumunu aktive ettiği görülmüştür. Büyüme hormonunun insanda kilo vermeyi kolaylaştırdığı bilinmesine rağmen, uzun süreli kullanımının ne gibi sakıncalar oluşturacağı konusunda henüz yeterli verinin olmaması bu konuda ihtiyatlı davranılmasını gerektirmektedir.
Günlük yiyecek tüketimimizde sebze ve meyvelere ağırlık vermek, sebzeleri mümkün olduğunca ham olarak tüketmek faydalıdır. Meyvelerden özellikle düşük kalorili olanları tercih etmek gerekir. Mesela, brokoli, lahana, havuç, kereviz, salatalık, yeşil fasulya, marul, soğan, turp, ıspanak, şalgam vs. düşük kalori grubuna girer. Aynı şekilde elma, çilek, karpuz da düşük kalorililidir. Buna karşılık mesela muz, kiraz, mısır, üzüm, bezelye, armut, nar, beyaz pirinç yüksek kalorilidir. Hergün düzenli bir şekilde yaklaşık olarak kışın 2 L, yazın 3 L su içmek çok yararlıdır. İyi hazırlanmış bitkisel çaylar da faydalıdır.
Yağ tüketiminde de dikkatli olmak gereklidir. Her şeyden önce yağda yapılan kızartmalardan uzak durulmalı, defalarca kızartılmış yağları kesinlikle tüketmemeliyiz. Piyasada hazırlanan kızartmaların hemen hepsinini defalarca işlem görmüş yağlarda hazırlandığını hiç unutmamak gerekir. Bu önemli açıklamalardan sonra, yağ türlerine gelecek olursak; Zeytinyağı, fındık yağı, soya ve keten tohumu yağları gibi yağlar faydalı bileşenler içerirler. Bu bakımdan bunlardan uygun miktarlarda tüketmek faydalıdır. Ancak, hayvansal yağlar (iç yağı gibi), tereyağı, krema, mayonez, yağlı et, ağır soslar ve süt içeriğinde vücuttaki metabolizması yavaş yürüyen yağ bileşenleri olduğu için damar tıkanıklığına, karaciğer yağlanmasına, diyabete vs. sebep olurlar. Bu bakımdan sayılan bu gıdalardan çok sınırlı miktarlarda tüketmek gerekmektedir.
Genel olarak toplumdaki tüm bireylerin, özel olarak da şişmanların veya şişmanlığa meyli olanların mutlak surette uygulamak mecburiyetinde olduğu kurallar vardır. Bunlardan biri de tuz, şeker ve beyaz undan uzak durmaktır. Bu çerçevede şekerli, kolalı ve asitli içecekler, pasta, börek, tatlı gibi hem yapısında doğrudan şeker içeren ve hem de karbonhidrat özelliği dolayısı ile zaten önemli miktarlarda şeker kaynağı olan yiyeceklerden uzak durmak önemlidir. Zira şeker insülin salgılanmasını arttırır. İnsülin de dokulardaki yağ sentezini indükleyerek yağlanmaya sebep olur.
Beslenmemizde dikkat etmemiz gereken önemli konulardan biri de yatmadan önce yiyecek yememektir. Uykuda iken metabolizmanın yavaşlaması sebebiyle kana geçen şeker ve yağlar büyük ölçüde depolanırlar.
Alkol tüketimi özellikle Batılı toplumlarda obezitenin önemli sebepleri arasındadır. Bira, şarap dahil tüm alkollü içecekler yüksek oranda kalori içerirler. Besin değerleri ise kalori içeriklerinin aksine son derece düşüktür. Bu durum özellikle karaciğer yağlanması ve sirozun önemli sebebini teşkil etmektedir.
Sabah kahvaltısı yapmak, günü hareketli yaşamak, sabit yeme alışkanlığını değiştirmek, akşamları mümkün olduğunca hafif yemek, mutlak surette meşguliyeti olmak önemlidir. Boş duran insanın aklına sürekli yemek gelir. Kısa aralıklar ile katı rejim ve ağır spor uygulaması bir diğer önemli yanlıştır. Bunun yerine uzun vadeli ılımlı beslenme alışkanlığı ve egzersiz çok daha akılcıdır. Sağlıklı beslenmemizde bize katkı sağlayabilecek bileşenleri toparlayacak olursak;
Karnıyarık tohumu, yoğun posa içeriği ve şişme özelliği dolayısı ile hem tokluk hissi uyandırarak ve hem de barsaktan yağların emilmesini engelleyerek zayıflamaya yardımcı olur. Yosun, yapısındaki iyot sebebiyle metabolizmayı hızlandırır. Zengin mineral içeriği dolayısı ile de metabolizmanın normalleşmesine yardımcı olur. Mesela kalsiyum, lipaz enzimini aktive ederek yağ yıkımını kolaylaştırır. C vitamini ve biyoflavonoidler, hormonal fonksiyonları normalleştirir, kalori harcanmasını aktive eder.
Yağ kullanımını aktive edici olarak karnitin, metiyonin, fenilalanin, kolin ve inozitol, oksijen tedarikçisi olarak koenzim Q ve koenzim A, açlık hissini baskılayıcı olarak gama aminobutirik asit (GABA), 5-hidroksitriptofan ve tirozin etkilidir. Normal besin metabolizması için B kompleksi vitaminleri, insülinin normal fonksiyonu ve immün sistem aktivatörü olarak çinko önemlidir. Ayrıca,
REZENE, yonca, karahindiba, at kuyruğu, çördük, ardıç tohumu, yulaf, maydanoz, su yosunu, kekik, ayı üzümü, beyaz dişbudak ve civanperçemi faydalı doğal bitkilerdir. Barsak temizleyicisi olarak sarısabır, enerji verici olarak keven kökü, adrenal aktivasyonu yaparak tiroid fonksiyonlarını düzeltici olarak hodan tohumu, alıç meyvesi, meyan kökü ve saparna etkilidir. Sindirimi aktive ederek yağ metabolizmasını hızlandırıcı etki gösteren tavşanmemesi (çobanpüskülü), kakule, Arnavut biberi, tarçın, deniz üzümü, zencefil, yeşil çay ve hardal zayıflamaya destek olabilmektedir. Ayrıca rezene hem barsaktan yağ emilimini engelleyerek ve hem de iştahı baskılayarak, çemen otu, karaciğerdeki yağ yıkımını aktive ederek, ginseng dolaşımı hızlandırarak ve zerdeçal sindirimi ve enerji üretimini aktive ederek ve kanı temizleyerek zayıflamak isteyenlere destek sağlarlar.
Böbreklerde taş oluşumu böbreklerde katı madde birikmesi veya çökelmesidir. Kalsiyumoksalat veya ürik asit gibi maddeler idrar içerisinde normalde beklenenden daha yüksek yoğunlukta bulunusa veya bu mineraller normal seviyede olsa bile çökelmeyi başlatan ve geliştiren bir faktör ortamda mevcutsa taş çökelmesi gerçekleşir. Bu maddeler kristaller halinde çökelebilir ve zaman içerisinde büyür. Taşlar yer değiştirerek veya idrar kanallarından aşağıya doğru hareket ederek vücuttan atılabilir. Ancak bu taşlar idrar kanalının herhangi bir yerine takılarak idrar akışına engel olursa böbrek yetmezliği dahil çok ciddi sonuçlara sebep olabilir. Bu durumda çoğu zaman şiddetli böbrek ağrısı görülür.
GIDALAR:
Diüretik-ödem çözücü, İltihap giderici, Kan sulandırıcı, Antiseptik, Sitrat (Ca yı bağlayıcı) ve Mg bakımından zengin olmalıdır.
BESİNSEL DESTEK:
Kuşburnu, Gilaburu, Meyan, Üvez: iltihap temizleyici
>Maydanoz, Kereviz: idrar söktürücü
Kızılcık, ayı üzümü: antiseptik
Limon: sitrat kaynağı (şelatör)
Bu gıdaların uygun miktarlarda kullanımı ile:
BÖBREK YETMEZLİĞİ:
Böbrekler zararlı veya işe yaramayan maddelerin vücuttan atılmasını sağlayan organlarımızdır. Böbreklerin düzgün çalışması ile vücuttaki su ve mineral dengesi muhafaza edilir. Böbrek yetmezliğine yol açan çok çeşitli sebep bulunmaktadır. Bazı ilaç ve toksik kimyasallar ile toksinlere (ağır metaller, organik çözücüler, kemoterapötikler, yılan veya böcek zehirleri, zehirli mantarlar, insektisitler, pestisitler, gıda katkıları, renk vericiler ve tatlandırıcılar vs.) maruziyet böbreklerde hasar oluşturabilmektedir. Mesela ağrı kesici olarak kullanılan ibuprofenin yüksek dozları böbrek harabiyeti oluşturabilmektedir. Böbrek yetmezliği bazı hastalıklar dolayısı ile de meydana gelebilmektedir. Kalp yetmezliği, diyabet, kronik hipertansiyon, karaciğer hastalıkları, lupus, bazı kanser türleri ve orak hücre anemisi bunlar arasında sayılabilir.
BESİNSEL DESTEK:
Böbreklerimizin düzgün çalışmasını temin için tıbbi tedavi yanı sıra bazı besin desteklerinin de kullanılması faydalı olabilmektedir. Bu amaçla;
Antioksidan ve atık maddelerin vücuttan atılmasını aktive edici olarak koenzim A, sıvı tutulumunu azaltmak için B 6 vitamini, kolin ve inositol; mineral dengesini sağlamak için kalsiyum, magnezyum ve multi mineral kompleksi; dolaşımı aktive edebilmek için arjinin ve metiyonin kullanılabilir. Serum potasyumu düşükse stimülan olarak potasyum, immün fonksiyonu düzeltmek ve idrar yollarının iyileşmesini hızlandırmak için A ve E vitaminleri, karotenoidler ve çinko kullanılabilir.
Kereviz ve maydanoz tohumu doğal diüretiklerdir. Özellikle kandaki ürik asit seviyesi yüksekse ikisinin kombinasyonu faydalı olmaktadır. İdrar yollarındaki tekrarlayan enfeksiyonları engellemek için kızılcık şerbeti içilir. Hatmi kökünden elde edilen şerbet böbrekleri temizler. Aynı şekilde mısır püskülü de iyi bir diüretiktir. Ardıç tohumu, ısırgan, maydanoz, kırmızı yonca, karpuz tohumu vs. faydalı doğal bitki ve besin kaynaklarıdır. Deniz yosununun civanın sebep olduğu böbrek hasarına karışı koruma sağlayabildiği görülmüştür.
Bazı bitkisel bileşenler damar yapısının bozulması sebebiyle ortaya çıkan fizyolojik cinsel yetmezliğin tedavisine önemli katkı sağlyabilmektedir. Bu gibi bitkisel bileşenler etkisini uzun vadede kalıcı olacak şekilde gösterirler. Bu özellikleri ile piyasada bu amaçla satılan sildenafil türü ilaçlardan farklıdırlar. Kullanımınlarında diğer ilaçlarda sık olarak görülen riskler bulunmaz. Ancak bu gibi ürünler psikolojik kaynaklı cinsel yetmezlikte etkili değildir. Bu bitkilerden;
Keçiboynuzu; zengin bir vitamin ve mineral kaynağıdır. Ayrıca, yapısında bulunan bazı bileşenler (Icariin gibi) vücut metabolizmasını regüle eden bazı anahtar enzimleri (Fosfodiesteraz) inhibe etmek suretiyle hücre içinde GMP konsantrasyonunun artmasına yol açar. Bu durum vazodilatasyon ve damar genişlemesi yaparak kan akışını hızlandırır ve cinsel performansı arttırır.
Ginseng, Asya toplumlarında bu amaçla geleneksel olarak yaygın şekilde kullanılan bir bitki türüdür. Ginsengin immün fonksiyonu güçlendirdiği, kan şekerini regüle ettiği ve dolaşımı aktive ettiği bilinmektedir. Ginsengin her iki cinste de cinsel arzu ve performansı arttırdığı tespit edilmiştir. Bilimsel çalışma sonuçları, bu etkinin hormonal olmadığını ve ginsengin doğrudan sinir sistemi üzerine olan uyarıcı özelliğinden kaynaklandığını göstermektedir.
Ginkgo, ginseng gibi geleneksel olarak uzun yıllardır kullanılan bir bitki türüdür. Esas etkisi, dolaşım stimülanı olmasından kaynaklanır. Bundan dolayı, ginkgo arter ve venlerdeki dolaşımı stimüle ederek cinsel fonksiyonu arttırır. Diğer bitkisel bileşenler de benzer mekanizmalar üzerinden cinsel peformansın düzenlenmesine katkı sağlarlar.
Bilimsel esaslar çerçevesinde hazırlanan bu gibi bitkisel ürünler, yapılarındaki bazı bileşenler (Fosfodiesteraz inhibitörleri) hücre içindeki C-GMP düzeyini arttırarak ve vazodilatatör fonksiyon göstererek cinsel performansın düzelmesini sağlar. Ayrıca; ürün muhtevasındaki bitkisel steroller ve doymamış karakterdeki yağ bileşenleri damar yapısının düzelmesine yardımcı olur. Bu durum, kan dolaşımının düzelmesini ve cinsel performansın güçlenmesini sağlar.
Kanda, dokularda ve idrarda fazla miktarlarda ürik asit olması sebebiyle ortaya çıkan bir artrit türüdür. Vücutta pürin bazları dediğimiz kimyasal maddelerin normal metabolizması sonucu ürik asit oluşur. Bu metabolik yol hızlanır ve vücudun atabileceğinden daha fazla ürik asit meydana gelirse bu madde eklemler başta olmak üzere çeşitli vücut kısımlarında çöker ve katı iğnemsi birikintiler oluşturarak özellikle eklemlerin normal hareketini engeller. Buna bağlı olarak şiddetli ağrı, sızı, kızarma, ödem ve iltihaba bağlı olarak şişme vs. şikayetler meydana gelir. Ürük asit aslında zararlı bir kimyasal bileşen değildir. Hatta C vitamini kadar etkili bir antioksidandır. Bu özelliği dolayısı ile hücreleri oksidan saldırılara karşı korur. Bu bakımdan normal miktarlarının yararlı olduğunu söyleyebiliriz. Toksik etkileri ancak seviyesi kritik bir değeri geçince başlamaktadır. Gut hastalığı olan bir kişide kandaki ürük asit seviyesi mutlak surette normalden daha yüksektir ancak, kan ürik asit seviyesi yüksek olan bazı kişilerde hastalığın ortaya çıkmadığı da bilinmektedir.
BESİNSEL DESTEK:
Bazı besinlerin eksikliğinin gut hastalığını aktive ettiği bilinmektedir. Mesela B5 (pantotenik asit), A ve E vitaminleri yetersizliklerinin vücutta ürik asit oluşumunu arttırdığı görülmüştür. Bu bakımdan dengeli beslenmek hem hastalığın oluşumunun engellenmesi ve hem de tedavinin etkili olması açısından gereklidir. Gut hastaları beslenmelerinde aşağıda bahsedeceğimiz konularda dikkatli olmak zorundadırlar.
Günlük beslenmemizde ham sebze ve meyve tüketimini arttırmak yapılacak ilk iştir. Meyve ve sebze suyu tüketimini arttırmak bilhassa vişne ve kereviz suyundan bol miktarlarda içmek çok faydalıdır. Ayrıca, yaban mersini, kiraz, çilek alkali özelliklerinden dolayı ürik asiti nötralleştirirler. Bu meyvelerin antioksidan güçleri de yüksektir. Ayrıca, tahıllar, tohumlar ve kuru yemişler aşırıya kaçmamak kaydıyla faydalıdır. Beslenmede esas olan yapısında purin bazı içeren besinlerden uzak durmak ve az kalorili diyetle varsa kilolarımızdan da kurtulacak şekilde dengeli beslenmektir. Kırmızı et, bazı balık türleri (uskumru, ringa gibi), kabuklu deniz hayvanları, midye, kekik, kuşkonmaz gibi bitki türleri, et suyu, mantar, fıstık, maya vs. yiyeceklerden uzak durmak gerekir. Alkol hem ürik asit üretimini arttırır ve hem de atılımı yavaşlatır. Bu bakımdan kahve ve alkollü içeceklerden de uzak durmakta yarar var. Her türlü yağlı kızartma bozulmuş yağ içerir. Bozulmuş yağlar, rafine karbonhidratlar gibi ürik asit oluşumunu arttırırlar.
Bu bakımdan; esansiyel yağ asitleri bakımından zengin gıda tüketmek yağ asit dengesinin oluşması bakımından yararlıdır. B kompleksi, C ve E vitaminleri, çinko, kalsiyum ve mağnezyum desteği metabolizmanın düzenlenmesi, antioksidan özellikler dolayısı ile oksidatif yıkımın engellenmesi ve hücre yenilenmesinin aktivasyonunun sağlanması dolayısı ile yararlı olmaktadırlar. Mineral kaynağı olarak yonca, antosiyanidin ve proantosiyanidin bakımından iyi bir destekleyici olarak yaban mersini, kuvvetli iltihap giderici potansiyel dolayısı ile zerdeçal ve kereviz tohumu faydalıdır. Üzüm çekirdeği, papatya, civanperçemi, nane ürik asit seviyesinin düşmesine yardımcı olabilmektedir. Yukka (avize ağacı) çiçeği haricen pasta şeklinde uygulanarak ağrı azaltılabilir. Huç ağacı, dulavrat otu, çördük ve ardıç meyvesi bu bakımdan tavsiye edilen doğal kaynaklardır.
Hayıt tohumu, Kantoron ve bazı diğer bitkilerin yapısındaki bileşenler spazm çözücü, rahatlatıcı ve ağrı giderici özellikleri ile adet dönemindeki sıkıntıların giderilmesine besinsel destek sağarlar.
Kayısı, üzüm, erik içerdikleri doğal şeker ve lifler sayesinde kan şekerini yükseltmeden enerji sağlar.
Balık, badem, ceviz, fındık tüketiminizi arttırın. Bu gıdalardaki omega -3 yağ asidi sakinleştirici görev yapar.
Sigara ve alkolden uzak durun. Bol su tüketin. Şekersiz kekik, ada çayı, melisa çayları sizi dinçleştirir.
Sebze, meyve ve tam tahıllara ağırlık verin. Rafine karbonhidratlardan uzak durun.
Uyku düzeninize dikkat edin, geç saatlere kadar TV seyretmeyin, bilgisayar kullanmayın ve hatta uzun cep telefon görüşmeleri yapmayın. Bunlar sizi hep hareketsiz yapar ve hem de zihnen yorar ve tembelleştirir.
Bu dönemdeki sıkıntıları hafifletmek için beslenmenizde ve yaşam şeklinizde bazı değişiklikler yapmak yardımcı olabilir.
Zencefil; mide bulantısı, deniz tutması ve yolculukta araba tutması (motion sickness) gibi rahatsızlıklara karşı etkili bir gıdadır. Bilhassa kemoterapiye bağlı olarak ortaya çıkan kusma ve mide bulantısını engellemesi dolayısı ile yaygın olarak kullanılmaktadır. Ürünün diğer bileşenleri de zencefilin bu gibi etkilerini kuvvetlendirmektedir. Zencefilli BAMIX yapısındaki bileşenler muhtemelen beyindeki kusmayı indükleyen sinir reseptör etkileşmelerini bloke ederek (5-HT3 inhibitörü etkisi) antiemetik etki oluşturmaktadır.
Beslenme: Mide bulantısının önlenmesinde beslenme tarzı önemlidir. Bulantı sıkıntısı çeken insanların ağır yiyeceklerden kaçınması gerekir. Hafif beslenme, sebze ve meyve tüketimi faydalı olmaktadır. Buna karşılık yağlı, aşırı şekerli besinlerin fazla miktarlarda tüketilmesi sindirimi zorlaştırarak bulantıya sebep olabilmektedir.
MİGRENDE BESİN DESTEĞİ:
Kahvenin migren ağrılarını önemli düzeyde azalttığı gözlenmiştir. Aynı şeklide ılımlı egzersiz, müzik, akupunktur ve masajın ağrıyı azaltabileceği bildirilmektedir. Sumatriptan (Imitrex) isimli ilaç beyinde serotonin seviyesini arttırarak migren ataklarını azaltabilmektedir. Ancak ilacın bazı önemli yan etkileri bulunmaktadır. Benzer karakterde çok sayıda ilaç vardır. Ancak bu gibi ilaçlar rastgele kullanılmamalıdır. Zira bu ilaçlar aynı zamanda koroner damarlarda da kasılmalara yol açabildiklerinden dolayı özellikle kalp/damar problemi olan hastalar açısından risklidir. Aynı durum yüksek tansiyon hastaları için de geçerlidir. Antidepresan özellikteki bazı ilaçlar tedavi edici olmaktan ziyade engelleme amacı ile kullanılmaktadırlar. Sigara içmek veya dumanına maruz kalmak, gürültülü, aşırı kokulu ve fazla ışıklı yerler olumsuz etki oluşturmaktadır.
BESİNSEL DESTEK:
Migren problemi olanların rafine karbonhidratlı yiyecekler yerine proteince zengin diyet uygulamaları önerilmektedir. Badem, su teresi, maydanoz, rezene, sarımsak, çilek ve nar tüketimi yararlıdır. Buna karşılık tyramince zengin yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Bunlar arasında, beklemiş et, avokado, muz, bira, şarap, lahana, balık konservesi, süt ürünleri, patlıcan, patates, ahududu, kırmızı erik, domates ve mayalar sayılabilir. Ayrıca alkollü içecekler, aspirin, çikolata, tatlandırıcılar, yiyeceklere koruyucu amaçlı katılan kimyasallar da (nitrit gibi) hastalığı şiddetlendirebilmektedirler. Yağlı yiyecekler, kızartmalar tuzlu ve asidik tabiatlı yiyecekler de migren hastalarına zararlı olmaktadır.
Bazı gıda destekleri migren ağrılarının ortaya çıkmasını engelleyici ve ağrının şiddetini baskılayıcı özelliklere sahiptirler. Sinir impulslarının düzgün iletimi için kalsiyum ve magnezyum, beyin dokusunun oksijenlenmesini arttırmak için koenzim Q, iltihap giderici gücü dolaysı ile esansiyel yağ asitleri ve çüha çiçeği yağı, serotonin sentezini indükleyici olarak hidroksitriptamin, sinir hücrelerinin ve dokusunun sağlıklı çalışması için B kompleksi vitaminleri faydalıdır. Ayrıca, güçlü bir antimikrobiyal olarak sarımsak, immün sistemi güçlendirici olarak C vitamini (bioflavonoidler), alerjenlere karşı koruyucu mekanizmaları aktive etme gücü dolayısı ile quersetin faydalıdır.
Doğal bitkilerden meyan kökü antialerjik olması dolayısı ile kasımpatı ağrıyı azaltmak, ginko dolaşımı stimüle etmek için kullanılabilir. Ayrıca kırmızıbiber, papatya, zencefil, nane, biberiye, kedi otu, söğüt kabuğu ve acı pelin migren hastaları için diğer yararlı bitki türleridir.
Ekinezya gibi bitkiler gripal enfeksiyonlara karşı bünyeyi güçlendirir ve enfeksiyonlara karşı önemli bir koruma sağlar. Hastalık hissedilir hissedilmez başlandığı takdirde çok süratli bir düzelme gözlenir. Hastalık tam olarak ortaya çıktıktan sonra başlanırsa hastalığın daha hafif bir şekilde geçirilmesini sağlar. Connecticut Üniversitesinde yapılan çalışmalarda ekinezyanın nezle ve grip gibi viral enfeksiyonlara yakalanma ihtimalini yarı yarıya azalttığını ve hastalık süresini önemli ölçüde kısalttığını göstermiştir. Çalışmalar ekinezyanın bu tür etkilerinin hastalık semptomları hissedilir hissedilmez başlandığında çok daha etkili bir şekilde görülebildiğini göstermektedir. Ekinezyanın bu etkileri, onun immün sistemi aktive etme potansiyelinden kaynaklanmaktadır. Bilhassa yapısındaki polisakkaritler, alkilamitler ve cichorik asit bu bakımdan önemlidir. Ancak, ekinezyanın uzun süreli kullanımı (15 günden fazla) uygun değildir. Bir yaşın altındaki çocuklara verilmesi de tavsiye edilmemektedir. Benzer şekilde kitre de (Astragalus) güçlü bir immün sistem aktivatörü, dolaşım stimülatörüdür. Bir diğer bitkisel bileşen safran dünyadaki en kıymetli bitkilerden biridir. Tarih boyunca çok sayıda hastalığın tedavisi amacı ile kullanılmasına rağmen bugün özellikle kanser tedavisinde antikanserojenik, antimutajenik, antioksidan ve immün modulatör olarak fonksiyon görebilmektedir.Bileşenlerden okaliptus güçlü bir dezenfektandır. Yapısında bulunan eucalyptol (Okalitol) göğsü yumuşatır, oksürüğü hafifletir. Okaliptolün birçok bakteri türüne ilaveten influenza virüsünü de öldürebildiği gösterilmiştir. Ekinezyalı ürünümüzde bulunan in bir diğer bileşen çörek otu da, solunum yolu rahatsızlıklarında, dolaşım ve immün sistemin güçlendirilmesinde, analjezik, antienflamatuar, antialerjik, antioksidan ve antimikrobiyal olarak tarih boyunca kullanılmıştır. İslam inancında çörek otu ölümden başka her derde deva olarak nitelendirilmiştir ([Sahih Muslim : Book 26 Kitab As-Salam, Number 5489, 5490]. Bilimsel çalışmalarda da, çörek otundaki bir bileşen olan nigellonun histamin indüksiyonuna bağlı bronşiyal spazmları önlediği ve bu sebeple öksürüğe iyi geldiği belirtilmektedir.Bitkisel desteklerdeki; Antimikrobiyal (antibakteriyel ve antiviral) bileşenleri dolayısı ile güçlü bir mikrop öldürücü olması yanı sıra, vücut savunma sistemini aktive eden bileşenleri ile de bilhassa nezle, grip gibi mikrobiyal rahatsızlıklara karşı koruma sağlayabilmektedir. Bütün bu bileşenleri dolayısı ile Ekinezyalı bitkisel karışımlar, soğuk algınlığı, nezle, grip gibi rahatsızlıkların önlenmesinde ve tedavisinde ciddi destek sağlamaktadır. Hastalık ortaya çıkmışsa tıbbi tedaviye destek mahiyetinde de kullanılabilmektedir.